18 Nisan 2021 Pazar

Bahar Alerjisi ve Birkaç Kelime

Herkes birbirinin aynısı, aynı tarzlar, aynı alışkanlıklar. Aynı şeyleri giyip aynı yiyecekleri yiyoruz. Moda kavramı Instagram üzerinden belirleniyor. Öyle bir noktaya gelmişiz ki nasıl eğlenmemiz gerektiği bile belli. Kaldı ki yaşadığını göstermezsen yaşamamış sayılırsın. Paylaşım yapmalı, eğlendiğini göstermelisin, yoksa o güzel manzaralı yerde yediğin yemek neye yarar. Kendini güncel tutmazsan sıkıcı ilan edilirsin. Komün halinde ilerliyor ve komün halinde hayatı anlamlandırmaya çalışıyor gibiyiz. Okuduklarımız, dinlediklerimiz bile birbirini takip eder halde. Hatta hobilerimiz bile ortak. 

Farklı perspektiflerin hayata çeşitlilik kattığını, her görüşün saygıyla karşılanması gerektiğini söyleyip yine de tek bir çerçeve üzerinden ilerlemeden de geri duramıyoruz. 

 Inanılmaz bir hızla yaşıyor kendimizi sürekli etrafımızdakilerle kıyaslıyoruz.

 Herkes kendi zaman çizelgesini bırakıp ortak bir zamanda buluşmuş gibi ve bu akıntının gücü ben çok yoruyor. 

21 Eylül 2020 Pazartesi

sözcükler hayat kurtarır

güne Duygu Asena'nın sevdiğim bir kitabından bir alıntı ile başladım.

"insan yaşamında eksik olanı her şey sanıyor"

 olmadığım yer neresi ise orası en güzel,

yanında olmadığım kim varsa onlar en özlediklerim.

vaktini istemediğim kişiler bana en çok vaktini ayıran kişiler. 

her şeyin aynı anda olmasının imkansız olduğunu biliyorum, istediklerimi elde etmek için başka istediklerimden fedakarlık etmem gerektiğinin de farkındayım.

ama bu acıtıyor

acıtan fedakarlık yapmak da değil, yetişememe hissi

geç kalmışlık, sıkışmışlık.

o kalıplara girmek istemediğimden çok eminim, peki ya girmem gereken diğer kalıplar, hedef yolunda zorunlu olanlar.

herkes bir şeyleri başarmış, yoluna koymuş, iyi kötü kendi çapında bir mutluluk kırıntısı bulup avunuyorken - ya da bizlere öyle gösteriyorken - ben neden hala bazı girdapların içinden çıkamıyorum.

umutsuzluk hali de değil bu. aksine çokça umutluyum yoksa bu denli ısrar etmezdim kader kontrolümde.

ama hissediyorum ki hep başa dönüyorum,

ne zaman birazcık özgür olduğumu, ne zaman artık kendi istediklerimi yaptığımı sansam hep başa dönüyorum ve bu süreçte yanımdan geçen insanların suretleri sürekli değişirken ben hep aynı kalıyorum.

umut et, ilerle, çabala, mutlu ol, darbe al, başa dön

tekrar umut et.

beni daima başa döndüren bu engeli bulmalıyım

bu bir çıkmaz sokak olabilir, bu bir yol ayrımı olabilir, yanlış bir tabela bile olabilir ama her neyse onu bulmak zorundayım.

belki de ben ne istediğimi bulmalıyımdır, bilemiyorum.

lakin insanın yapmak istediklerinin yanında yapmak istemediklerini de bilmesi bir ilerlemedir öyle değil mi ?

kafam bu denli karışık değil, ne yapmak istemediğimi biliyorum. hatta bundan oldukça eminim diyebilirim.

sanırım görmem gereken örneklerin yönünü değiştirmeliyim,

madem ne istemediğimden eminim o halde bu konudaki tüm iyi güzel olan örneklerin çekiciliğine kapılıp sonrasında üzülmektense kendime yeni örnekler bulmalıyım.

görmem gereken yönde

olması gerektiği gibi

herkes kendi hayat çizgisinde ilerliyorken ben bir kulvardan diğerine geçmeye çalışıyorum ama gözüm hala önceki kulvarda kalanların oluşturduğu podyumda.

bunu yapmamalıyım

insanın gerçekten yapması gerekenlerin haricinde ne yapmaması gerektiğini bilmesi de yoldaki çakıl taşlarının çoğunu süpürüyormuş.

mesele ki o süpürgeyi ele alabilmek de sanırım.

şimdi ben takip ettiğim yolun kirlerini temizlemeye nasıl devam edebilirim buna kafa yormalıyım, gerisi gelir galiba.

25 Ocak 2020 Cumartesi

Yas

Nasıl katlanılacağını bilmediğimiz acılar yaşıyoruz. 
Nasıl kanadığını tahmin bile edemeyeceğimiz yaralarımız var artık.
Gelen telefonların bazen ne kadar korkutucu ve karanlık olduğunu, bazı şeylere nefesimizin yetmediğini öğreniyoruz.
Ölüm bu kadar yakınımızdayken nasıl olur da onu göz ardı ederiz ?
Onunla bu kadar iç içe yaşamak öylesine zor ki...
Dualarımız var bazen bizim, onlar haricinde söylenecek tek bir kelimenin dahi olmadığı zamanlarda. 
Yaşıyoruz ama nasıl, acı çekerek ve kederle.
Karanlık günlerde, yasla.
Kalbimize her geçen gün yeni bir ok girerek yaşıyoruz.
Rabbim bize dayanma gücü ver.
Rabbim sen bize bu acılara katlanabilme sabrı ver.
Ayakta durabilme kuvveti ver.
Rabbim sen anneme bol bol güç ver yalvarıyorum.

15 Ocak 2020 Çarşamba

Başka Türlü Bir Şey

Anladım ki çok mutlu olunca yazılmıyormuş, yazabilmek için içinde az da olsa hüzün kırıntısı gerekliymiş. Kalemin kağıdın başına sevinçle, neşeyle ya da heyecanla oturunca ne mürekkep akıyor bende ne de parmaklarım oynatılabiliyor.

Bugün de yine öyle bir gün, anlatmak ve yazmak istediğim çok şey var ama duygular o kadar yoğun ki dışarı çıkmakta zorluk çekiyorlar çünkü hangisi nereden başlayacağını bilmiyor.

Bu bende hep böyle olmuştur. Huzuru ve mutluluk denen o hissi yaşadığımı düşündüğüm anlarda genelde bunları tanımlayacak cümleler ya da kelimeler bulamam. Bu öpüşürken gözlerin kapanması gibi bir içgüdü. Bazı şeyler beş duyu organıyla hissedilmek ve kelimelere dökülmek, açıklanmak için fazla iyiler ki bu beş duyu organı ve tanım kelimeleri o yaşanan hissin değerini ve etkisini azaltacak gibi tedirginlik yaşıyoruz, yani yaşıyorum ben. 

Anlatmak güzel, anlaşılmak ise daha da güzel. Ama demek ki her şey anlatılmıyor, her anlatılan ise anlaşılmıyormuş. Bazı hisler, durumlar, anlar, insanlar, kokular, ruhlar, gülücükler, öpücükler ve sözcükler yaşanmadan olmazmış. Herkesin anlatısı işte burada ayrılıyormuş.

Çok gevezelik yaptım yine, kısacası ben bugün çok mutluydum, huzurluydum. Yaşadıklarım asla unutmak istemeyeceğim, bunu yazdıktan sonra ayrıntısıyla tekrar yaşamak için yazacağım şeylerdi. Gençlik denen şey buysa eğer ve gençlik tadı çıkarılması gereken bir dönemse sanırım ben bu dönemimden umutluyum ya.
Öğrendim galiba şu yaşama işini, ne dersin ?

7 Ocak 2020 Salı

Her Perşembe Saat 4'te

Fatih Türkmenoğlu ile uzun zamandır tadını damağımda hissetmediğim o türk öykücülüğünün güzel lezzetlerini yakaladım. 
Hakkında yazmak istememin en temel sebeplerinden biri gereği kadar ilgi görmediğini düşünmem. 
Her Perşembe Saat 4'te, 2019 başlarında yayınlanan bir öykü kitabı ve bildiğim kadarıyla Fatih Türkmenoğlu'nun da ilk öykü kitabı. Yanılıyorsam affola. 
Kitaba gelecek olursak, dediğim gibi bana çok özlediğim o tatlı günlük yaşam telaşelerini anımsattı. 
Yazdığı karakterlerin tümünün kadın olması ve bir erkek tarafından bu kadar güzel işlenmesi çok hoşuma gitti.
Bazı yönlerden bazı karakterlerle gönül bağı kurdum.
Fairy ile üzüldüm, Gül Hanım ile eski nostaljik günlere yolculuk yaptım ve hiç görmediğim zamanlara özlem duydum.
Bana güzel anlar yaşattı; kâh üzdü, kâh gülümsetti yeri geldiğinde ise hasretle doldurdu içimi.
Sanırım çoğu insanın olaysız diye nitelendirebileceği ama benim için mükemmel durağanlık ve realistik durumlar içeren öyküler, anlar ve insanlar okumayı seviyorum. 
Bunun üzerine düşeceğim ve Perşembe kadınları da bu sebepten aklımı çeldiği için çok özel kalacak daima. 

6 Ocak 2020 Pazartesi

Düşmeden Bulutlarda Koşmam Gerek

Iyi insanların bedenleri uzun yaşamaz, fikirleri, sevgileri, düşünceleri ve anlattıkları sonsuza dek yaşasın diye.

Bu yüzdendir ki çocuğum hatırlamak zorundasın, dinlemeli, okumali ve yasatmalisin.

Senin görevin bu, 
O güzel insanların dünya üzerinden ayrılması seni durdurmamali aksine ileriye taşımalı.
Onları anlatmalısın.

Ancak bu şekilde onların yaşayamadığı yılları yasatabiliriz.

Sonsuza değin.

Var Olmak

Gelecek nesiller ileride hâlâ kadın erkek eşitliğini tartıştığımiz için bize yargılayıcı gözlerle bakıp ne kadar cahil ve gelişememis olduğumuzu konuşacaklar elbet.
Herhangi bir nostalji anında bir kız çocuğu annesine " inanamıyorum anne, bu kadar çabayı kadınların erkeklere aynı haklara sahip olması gerektiğini anlatmak için mi göstermişler. Ne yazık" diyecek belki de. 
O günleri görmek için neler vermezdim. O zamanlarda yaşamayı elbet çok isterdim ama yine de mutluyum çünkü bunun düşüncesi bile umut verici, mücadeleyi asla bırakmıyoruz. Hiçbir zaman bırakmadık, yüzyıllar boyunca.

Bizim bir asır öncesine bakıp " inanamıyorum nasıl olur da kadınların oy kullanmasına izin vermezler" dediğimiz gibi, ondan önceki genç kızlarımızın ise " inanamıyorum nasıl olur da bir erkek olmadan dışarı çıkmaya müsade edilmez" cümleleri "inanamıyorum nasıl olur da kız çocukları doğunca diri diri toprağa gömülür" cümlelerine kavuşuncaya dek devam eder.
Çünkü mücadele hep vardı, önce yaşayabilme, nefes alabilme, 
daha sonra var olabilme, görünebilme ve nihayetinde toplumda herkes kadar söz sahibi olabilme mücadelesi.

Belki ileride yine bir şeylerin mücadelesini vereceğiz. Ama güzel olan, umutlu olan hiç pes etmeyişimiz.

Belki kadın erkek eşitliğinin tam anlamıyla yaşandığı o güzel günleri göremeyeceğiz ama onlar bizim yerimize yaşayacak, tıpkı bizim büyükannelerimizin büyükanneleri yerine, sufrajetler yerine özgürce oy verip yönetimde hak sahibi olmamız gibi. 

Demek istediğim evrilip başka kalıplara girse bile, adı değişse, kişiler değişse bile mücadele aynı, hisler aynı, başkaldırı aynı, içimizdeki heyecan aynı. Derdimizin erkeklerle değil erkeklikle olduğu konusu aynı ( kim bilir belki binlerce yıl sonra kadınlıkla mücadele edilir ) önemli olanın tanımlamalar, isimler, sıfatlar olmadığını anlatmaya çalışıyorum. Önemli olan hisler, sadece hisler.

İnsanlık var olduğundan, kadın var olduğundan beri feminizm vardır. Adı feminizm değilken bile vardır.